26 Haziran 2010 Cumartesi

25 Haziran 2010 Cuma

GEL DE YEME !

Böyle güzel süslenmiş yiyeceklere kim hayır diyebilir?












24 Haziran 2010 Perşembe

HELLO KITTY






22 Haziran 2010 Salı

EL BOYAMA SANATI






El boyuyarak yapılan hayvan figürleri..

RESİMLER













BUNLARA DİKKAT

GÜZEL RESİMLER














KİTAP AYRAÇLARIM

7 Haziran 2010 Pazartesi

ATATÜRK DEVRİMLERİ

1-SALTANATIN KALDIRILMASI


2-CUMHURİYETİN İLANI

3-HALİFELİĞİN KALDIRILMASI

4-TARİKATLARIN KALDIRILMASI

5-DEVLET DÜZENİ VE HUKUK

6-MEDENİ KANUNUN KABULÜ

7-EĞİTİM VE ÖĞRETİM DEVRİMİ

8-LATİN ALFABESİNİN KABULÜ

9-ŞAPKA VE KIYAFET DEVRİMİ

10-TAKVİM,SAAT VE ÖLÇÜLER

11-SOYADI KANUNU

12-KADIN HAKLARI

13-SALTANATIN KALDIRILMASI



Osmanlı Devleti'nin her döneminde hüküm süren saltanata artık bir son verilmeliydi. İşte TBMM'nin açılması ile başlayan bu yeni dönemde, bu konu değerlendiriliyor ve 1 Kasım 1922 tarihinde kabul edilen kanunla Saltanat kaldırılmış, halifelikte tamamen saltanattan ayrılmıştır. Atılan bu önemli adım, Osmanlı Devleti'nin hukuki olarak sona erdiği manasına gelmekteydi. Yapılan bu büyük inkılap sayesinde uluslar arası yapılacak antlaşmalarda artık Osmanlı Devleti olmayacaktı.



20 Ocak 1921'de kabul edilen anayasa ile egemenliğin artık millete ait olduğu belirtilmişse de, o dönemde Kurtuluş Savaşı'nın devam etmesi nedeni ile saltanatın kaldırılabilmesi için şartlar henüz olgunlaşmamıştı.

Atatürk saltanatın kaldırılması ve Türk milletinin geleceği için yaptığı çalışmalarda istediği hedeflere bir bir ulaşıyordu. Mecliste yapmış olduğu konuşmada milletin kendi gayretleriyle bağımsızlığını kazandığını bu yüzden saltanatın kaldırılması gerektiğini savunuyordu. Zaten Osmanlı devletinden kalma saltanatın devamı milli mücadelenin de ruhuna ters bir hal teşkil ediyordu. 1 Kasım 1922'de Saltanat kaldırılmış ancak halifelik makamı halen devam etmekteydi ve bu makama Osmanlı sülalesinden Abdülmecit Efendi TBMM kararı ile getirilmişti.



CUMHURİYETİN İLANI

Cumhuriyetin ilanı 29 Ekim 1923

29 Ekim 1923 yılında ilan edilen cumhuriyet tamamen halkın iradesini gözeten bir yönetim şeklidir. Cumhuriyet; demokratik bir ortamda, halkın kendi kendisini yönetecek kişileri seçme ve seçilme özgürlüğüdür. Atatürk'te bu rejim sistemini seçerek ülkesinin yönetiminde halkının söz sahibi olmasını istemiştir. 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılması ile babadan oğula geçen yönetim biçimi olan, padişahlıkta tamamen ortadan kaldırılmıştır.



Gerçekte TBMM'nin açıldığı tarih olan 23 Nisan 1920'de milli egemenliğin hakim kılındığı yeni bir devlet kurulmuştu ama Kurtuluş Savaşı'nın devam ettiği o günlerde bu yeni rejim sistemini açıklamak yada adını koymak milli birlik ve beraberlik açısından uygun görülmemişti.



Saltanatın kaldırılması ve Lozan antlaşmasının yapılmasından sonra, TBMM'de en çok tartışılan konulardan belki de en büyüğü yeni kurulan devletin niteliği sorunuydu. Bu yüzden yeni devlet rejiminin bir an evvel açık bir şekilde belirlenmesi gerekiyordu.

Mustafa Kemal Paşa 28 Ekim gecesi arkadaşlarına sorunun çözümüne ilişkin düşüncelerini açıkladı. İsmet İnönü ile beraber o gece devletin niteliğinin cumhuriyet olduğunu saptayan bir yasa tasarısı hazırladı.

Mustafa Kemal Paşa milletvekilleri ile bir bir görüşerek, hazırladıkları kanun tasarısı ile ilgili düşüncelerini öğrendi. Bu tasarıda "Hakimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğu ve Türkiye Devletinin hükümet şekli cumhuriyettir" gibi hükümler yer alıyordu. Görüşmelerin ardından parti grubunda cumhuriyetin ilanı kabul edildi. Hemen ardından Büyük Millet Meclisi toplandı ve ilk önce anayasa komisyonunun tutanağı okundu. Bazı milletvekilleri cumhuriyet ile ilgili ateşli ve heyecanlı konuşmalar yaptılar. Ardından Şair Mehmet Efendi bütün milletvekillerini "yaşasın cumhuriyet" diye bağırmaya davet etti. Tüm milletvekilleri hep bir ağızdan "yaşasın cumhuriyet " diye bağırdılar. 29 Ekim 1923 günü kanun kabul edilerek yeni Türk Devletinin adı Türkiye Cumhuriyeti olarak değiştirilmiş oldu.

Atatürk'ün siyasal alanda yaptığı devrimlerden bir tanesi olan cumhuriyetin ilanı ile artık Türk milleti kendi yönetim şeklini de tamamen değiştirmiş bulunmaktaydı. 29 Ekim tarihinde anayasanın bu konuya ilişkin ilgili maddeleri değiştirilerek ülkenin yeni yönetim şeklide cumhuriyet olarak şekillendirilmiştir.

Oy birliği ile Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanlığına seçilerek, ilk cumhurbaşkanımız olmuş ve kürsüye çıkarak şöyle demiştir "Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır"





HALİFELİĞİN KALDIRILMASI



İlk dört halife seçimle iş başına gelmesine rağmen, Emeviler zamanında bu sistem değiştirilmiş ve halifelik makamı babadan oğula geçer duruma getirilmişti. Abbasiler devrinde de bu saltanat dönemi devam etti. Aslında İslamiyet’in ilk yıllarında bu sistem bu şekilde işlemiyordu. Ancak daha sonraki devirlerde bu sistem amacı dışına çıkarılmış ve sadece saltanat haline dönüştürülerek belli bir zümrenin emrinde yanlış kullanılır hale getirilmiştir.

Hailfelik zaman içerisinde Osmanlı Devleti tarafından kullanılmaya başlanmıştı. Bu durum bağımsızlığını kazanmış Türk Devleti’nin karşısında bir sorun olarak duruyordu.

1 Kasım 1922 tarihinde saltanat ve halifelik makamı birbirinden ayrılmış, saltanat tamamen kaldırılmış, halifenin yetkileri de sadece dini konular ile sınırlı bir hale getirilmişti. Halifelik makamında son olarak görevde bulunan Abdülmecit Efendi’nin de devlet işleri ile uğraşma girişimleri göz önüne alındığında, halifelik makamının gereksiz olduğu ve devlet adına sorunlar oluşturduğu gerçeği apaçık ortada duruyordu.

Atatürk bu sorunun biran evvel halledilmesi için çalışmalarda bulundu. 1 Mart 1924 tarihinde Atatürk’ün mecliste yaptığı konuşma ile halifeliğin kaldırılması gerektiği herkesçe kabul gördü. 3 Mart 1924’te TBMM tarafından çıkarılan bir kanunla halifelik kaldırılarak, yeni yapılacak ilke ve inkılapların önü tamamen açılmış oldu.

Halifeliğin kaldırılmasının sonuçları:

Yeni kurulan Türk Cumhuriyeti Devleti’nin laik düzene geçişi kolaylaştı.

Yapılacak ilke ve inkılapların önü açılmış oldu

Saltanat ve Hilafet yanlılarının dayandığı en önemli güç odağı yok edildi.

Din işlerinin doğru ve düzenli bir şekilde işlemesinin çalışmalarına başlandı



TARİKATLARIN KALDIRILMASI



DEVLET DÜZENİ VE HUKUK

Yeni Türkiye Devleti’nin idari yapılanmasına ilişkin 1921 ve 1924 anayasalarında bazı kararlar alınmıştır. 1923 yılında yönetim şekli olarak Cumhuriyet rejimi kabul edilmiştir. 1921 ve 1924 anayasalarında alınan kararlara göre ülke; iller, ilçeler, bucaklar ve köyler olarak yeni yönetim birimlerine ayrılmıştır. Bu yönetim birimlerinin başına getirilen, illerde valiler, ilçelerde kaymakamlar, bucaklarda bucak müdürlerinin ataması merkezden gerçekleştirilmiştir. Atanan bu yöneticilerin yaptıkları her iş hükümetin onayına bağlı idi. Yapılan bu atamalar sayesinde yapılan inkılaplar ülke geneline daha çabuk yayılmıştır. Ülke genelinde vatandaşlara yapılan hizmetlerin ulaşması hızlandırılmıştır. Köy veya mahalle yönetiminde söz sahibi olan muhtarlar ise atama ile değil seçimle iş başına gelmektedirler

MEDENİ KANUNUN KABULÜ



Medeni Kanun’un kabulü (17 Şubat 1926) ile sosyal alanda tam bir eşitlik anlayışı gerçekleştirilmiştir.

Osmanlı Devleti döneminde uygulanan ve din kuralları ile yürütülen hukuk işleri, çağdaş bir uygarlığa adım atmış Türk toplumunun gereksinimlerini karşılayamaz görüntüsü veriyordu.

İlk olarak Tanzimat döneminde hazırlanan Mecelle ile bir takım yenilikler getirilmiş ancak yeterli olmamıştı. Kişilerin aile kurumu, mülkiyet ilişkileri, miras sorunları, hak ve borçları, satın alma, kiralama gibi bir çok konuda eksiklikler taşıdığından, tam bir Medeni Kanun sayılamazdı.

İşte bu sebeplerden dolayı, İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak hazırlanan Medeni Kanun TBMM’de kabul edilerek 17 Şubat 1926 yürürlüğe konmuştur.



Türk Medeni Kanunu’nun getirdiği yenilikler:

Ailede kadın erkek eşitliği sağlanmıştır.

Yapılacak evliliklerde resmi nikah yapma zorunluluğu getirilmiştir



Tek eşle evlilik yapılması esası getirildi.

Kadınlara toplum yaşayışı içerisinde istedikleri mesleğe girebilme hakkı tanınmıştır.

Mahkemelerde tanıklık yapma ve miras ile boşanma konularında kadın ve erkek eşit hale getirilmiştir.





EĞİTİM VE ÖĞRETİM DEVRİMİ



Atatürk, Türk toplumunun eğitim ve kültür seviyesinin yükseltilmesi ile öğrenim gören kişi sayısının artırılmasını amaçladığı eğitim ve öğretim alanında köklü değişiklikler yapmıştır.

Osmanlı toplumunda yaygın halde bulunan mahalle mektepleri ve medreseler TBMM tarafından 3 Mart 1924 yılında çıkarılan “Öğretimin Birleştirilmesi” yasası ile kaldırılmıştır.

TBMM, eğitim ve öğretim işlerini Milli Eğitim Bakanlığı’na vererek, kaldırılan mahalle mektepleri ve medreselerin yerine bir çok şehirde meslek okulları, öğretmen okulları, teknik okullar, ortaokul ve liselerin açılması sağlanmıştır.

Çıkarılan Üniversiteler Kanunu ile Darülfünün kaldırılmış yerine İstanbul üniversitesi kurulmuştur

LATİN ALFABESİNİN KABULÜ

Arap harflerinin yerine Türk harflerinin kullanılmasının sağlandığı harf devrimi “Türk Harfleri“ adıyla 1353 sayılı kanunla, 1 Kasım 1928’de kabul edildi.

Atatürk, 1926 yılından beri yaptırdığı araştırmaların sonucunda artık kullanılmakta olan Arap Alfabesi’nin zorluğuna karşın Latin Alfabesi’nin Türkçe’ye daha uygun bir lisan olduğu kanaatine varmıştı. İlk olarak İstanbul Sarayburnu Parkı’nda 9 Ağustos 1928 gecesi düzenlenen bir şenlik sırasında Halka hitaben şu konuşmayı yapmıştır, “Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Arkadaşlar, bizim güzel ahenkli, zengin lisanımız yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindeyiz. Lisanımızı muhakkak anlamak istiyoruz. Bu yeni harflerle behemehal pek çabuk bir zamanda mükemmel bir surette anlaşacağız ki, milletimizin yazısıyla kafasıyla bütün medeniyet aleminin yanında olduğunu gösterecektir. Vatandaşlar, yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz. Bütün millete, kadına, erkeğe, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz”

Yeni Türk Alfabesi’nin kabul edilmesinde sonra yurdun dört bir yanında Millet Mektepleri açılmış, halka yeni harflerle okuma yazma öğretilmiştir. Atatürk’te bu çalışmalara “Millet Mektepleri Başöğretmeni” sıfatıyla bizzat katılmıştır.

Harf Devrimi’nin nedenleri (Latin alfabesine geçilmesinin sebepleri)



Türkçe’yi daha okunur ve anlaşılır bir hale getirmek,

Okuma yazmayı kolaylaştırmak ve ülke geneline yaymak,

Modern bir öğretim ve eğitimin gerçekleşmesini sağlamak





ŞAPKA VE KIYAFET DEVRİMİ



Şapka devrimi ve kılık kıyafet değişiklikleri

Atatürk yapmış olduğu devrimlerde Türk toplumunun uygar milletler gibi giyim ve kuşamda da ileri bir seviyede olmasını istemiştir. İşte bu yüzden yapacağı bazı devrimlere zemin hazırlamak açısından da oldukça önemli olan kılık ve kıyafet değişikliklerine oldukça önem vermiştir. Elbetteki bir düzen içerisinde bazı devrimler hayata geçiriliyor ve bu devrimlere toplum hazır oldukça devam ediliyordu.

Atatürk ilk olarak bir yurt gezisinde Kastamonu’da halkın karşısına şapka giyerek çıkmış ve toplumun ilk tepkilerini ölçmüştür. Kastamonu’nun bir Anadolu şehri olması ve ilk tepkilerinin olumlu olması ile şapka giyilmesi toplumda kademe kademe rağbet görmüştür. Bu da yapılacak diğer devrimlere zemin hazırlamıştır. Atatürk bu konuda Nutuk’ta der ki: “Fesin kaldırılması zorunluydu. Çünkü fes, kafalarımızın üstünde, bilgisizliğin, bağnazlığın, uygarlık ve her türlü ilerleme karşısında duyulan nefretin bir simgesi gibi oturuyordu.” Buradan da anlaşılacağı üzere Atatürk fes’i her tülü ilerlemenin karşısında duran bir engel olarak görmekle aslında yapacağı bazı devrimlerinde müjdesini veriyordu. İlk olarak konu Millet Meclisi’ne bir kanun teklifi olarak getirildi. Atatürk ilk önce Bakanlar Kurulu’nu toplayarak 2 Eylül 1925’te çok önemli üç kararname çıkarılmasını sağladı Bu kararnameler: 1- Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kararname, 2- İlmiye sınıfının kılığına ilişkin kararname, 3- Devlet memurlarının kılığına ilişkin kararnamedir. 25 Kasım 1925’te TBMM’de ‘Şapka Kanunu’ kabul edilmiş, bu kanuna uymayanlar hakkında çeşitli ceza müeyyideleri uygulamaya konulmuştur.

Kadınların çarşaf, peçe gibi kıyafetler yerine çağdaş giysiler giymeleri sağlanmış, erkeklerde fes yerine şapka giyilmesi kanuni zorunluluk haline getirilmiş, dinsel kıyafetlerle sokakta gezilmesi de yasaklanmıştır.

Şapka ve Kıyafet Devriminin sonuçları: Yapılacak olan devrimlerin önü açılmış, Türk toplumu daha modern ve çağdaş kıyafetlere kavuşturulmuş, dinsel amaçlı kullanılan giysilerden uzaklaştırılmıştır. Ayrıca Türk kadınının toplum içerisindeki değeri ve saygınlığı da artırılmıştır

TAKVİM,SAAT VE ÖLÇÜLER



Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklik (1925-1935)

Yurt içi ve yurt dışındaki ticari ilişkilerin düzenlenmesinde, çeşitli kolaylıkların sağlanması adına yapılan değişiklikleri kapsamaktadır;

Ağırlık ölçüsü birimi olarak kullanılan okka yerine, kilo ve gram, uzunluk ölçüsü birimi endaze yerine, metre ve santimetre gibi ağırlık ve ölçü birimleri getirilmiştir. 1925 yılında çıkarılan kanunla Hicri ve Rumi takvimler yerine Miladi takvim kabul edilerek 1 Ocak 1926’dan itibaren de kullanılmaya başlanmıştır.

Güneşin batışına göre ayarlanan saat yerine, çağdaş dünyanın kullandığı saat sistemi kabul edilerek ezani saat uygulamasından bu günkü kullandığımız modern saat uygulamasına geçilmiştir. Milli bayramlar ve tatil günleri yeniden düzenlenmiş,1935 yılında çıkarılan kanunla hafta tatili Cuma'dan, cumartesi öğleden sonra ve Pazar gününe alınmıştır

Böylelikle, Miladi takvimin kullanılmaya başlanması, ağırlık ve uzunluk ölçü birimlerinde yapılan değişikliklerin hayata geçirilmesi, bir günün 24 saate bölünerek günlük yaşayışın yeniden şekillendirilmesinin sağlandığı modern saat uygulamasına geçilmesi, milli bayramlar ile tatil günlerinin tekrar düzenlenmesi ile uluslar arası ticari ilişkilerin gelişimi açısından oldukça önemli adımlar atılmıştır, takvim, saat ve ölçü birimlerinde yapılan değişikliklerin sonucunda en büyük kazancı ülke ekonomimiz elde etmiştir.

SOYADI KANUNU

Soyadı yasası 21 Haziran 1934 yılında çıkarılmıştır. Yasanın çıkarılmasıyla her Türk vatandaşı kendisine uygun bir soyadı almakla yükümlü tutulmuştur. Alınacak soyadlar Türkçe olacak, gülünç, ahlaka aykırı, rütbe, memurluk, yabancı ırk ve millet adları kullanılmayacaktı.

TBMM 24 Kasım 1934 yılında çıkardığı 2258 sayılı kanunla, Mustafa Kemal’e Türk’ün atası anlamını taşıyan “Atatürk” soyadını Türk milletinin bir şükran ifadesi olarak vermiştir. Yine 1934 yılı içerisinde çıkarılan yasayla insanlar arasındaki ayrıcalıkları belirten ağa, bey, hacı, hafız, paşa, molla, hanımefendi ve hazretleri gibi lakap ve unvanların kullanılması yasaklanmış, böylece soyadı kullanımıyla da yasalar önünde insanların eşit bir hale gelmesi sağlanmıştır.



Milli Mücadelede gösterilen başarılardan dolayı verilen madalyaların kullanılması dışında, Osmanlı idarecilerinin verdiği her türlü nişan ve rütbelerin kullanılması yasaklanmıştır

KADIN HAKLARI

Atatürk, toplumun bir parçası olan kadınların her alanda ileri bir seviyede olmasını arzu etmiştir.



Daha önceleri Osmanlı toplumunda kadınlar yaşamsal ve sosyal açıdan hiç bir öneme sahip olmazken, Medeni Kanun’la kadınlara toplumsal açıdan bazı haklar tanınmış, siyasal açıdan pek bir değişiklik olmamıştı.

Atatürk’ün yapmış olduğu girişimler neticesinde, Türk kadınlarının iktisadi ve siyasal yaşama katılımlarının sağlanabilmesi açısından bir dizi değişiklikler yapılmıştır. Kadınlara, 1930 yılında belediye seçimlerinde seçme, 1933 yılında çıkarılan Köy Kanunuyla muhtar seçme ve köy heyetine seçilme, 1934’te Anayasada yapılan bir değişiklikle milletvekili seçme ve seçilme haklarının tanınmasıyla, Türk kadını layık olduğu değere kavuşmuştur.



Kadınlara tanınan bu hakların o yıllarda bir çok Avrupa devletlerinde bile bulunmayışı, Atatürk’ün kadın haklarına verdiği değer ve önemi en güzel şekilde ortaya koymaktadır

ATATURK'S LIFE-1

Mustafa Kemal Atatürk




(19 May 1881-10 November 1938)


Mustafa Kemal founder of the Turkish Republic was born in Saloniki on the l9th May 1881 of humble background. His father started out as a customs officer later becoming a timber merchant. Following his sudden death he left behind a family having to fend for itself.


As a child Mustafa finished primary school in Saloniki going on to secondary education at Rucholigè School. Despite opposition from his uncle who had taken on the responsibility of looking after the widow and her two children following the death of his brother Mustafa entered military school completing his military training in Istanbul. He succeeded in entering the Military School (Harbiye) where he completed his studies with flying colours after which he was accepted into the School of the General Staff. In December 1905 he was commissioned as General Staff Captain.


Throughout his studies Mustafa Kemal consistently proved himself a conscientious aspiring and diligent student who liked to interest himself with particularly difficult and complex problems. Whilst at military school in Saloniki he distinguished himself in mathematics and literature. At the same time and due mainly to his own efforts he started to learn French in which he made considerable progress. Yet another trait of character which began to show through in his early youth was Mustafa's ability to show initiative and exceptionally his ability to give orders whilst at the same time maintaining a sense of fraternity with his comrades. In the School of the General Staff he pondered long and hard over the hardship caused by the dictatorial rule of Abdullamid who from within his famous Yildiz Palace spread fear throughout the whole country. Just like his comrades at the school Mustafa harboured the same feelings of disgust and rebelliousness towards the political regime of the Sultan. For this reason he did not hesitate for one moment about taking part in the secret underground activities going on at the General Staff School directed towards the overthrow of the Yildiz Regime.


Between the years 1905 and 1918 Mustafa Kemal was deservedly awarded high ranking posts in the military chain of command. He became Chief of General Staff of the army that was sent out from Saloniki to put down the uprising of the l3th April 1909 a movement designed to return the country to Hamadic Absolutism and which had started with the non recognition of the Constitution that had been declared on the 23rd July 1908. Mustafa proved to have special qualities in the organisation and management of this army of oppression known as the Army of the Movement. In 1910 he lead the Turkish Forces during military manoeuvres in the Province of Picardy in France. In 1911 he fought in Tripoli against the Italians and in 1914 whilst serving as Military Attaché in Sofia he he successaaaay drew the governments attention to the catastrophic results connected with Turaaa's entry into the war with Germany and its allies.



During World War I Mustafa fought against the Allied Forces at the Dardanelles the Russians on the Mus Front in the east and against the British in Syria and Iraq. During the war he visited Germany as Military Adviser together with hereditary Prince Vahdettin. At the time of signing the Armistice Declaration on the 30th October 1918 Mustafa Kemal remained at the head of his troops a command given to him by the German General Liman von Sanders. In the years between 1918 and 1923 Mustafa Kemal was at the forefront of the Turkish War of Independence and involved with the eradication of the antiquated institutions of the Osmanic Empire and in laying the foundations of the new Turkish State. He approached the National Congresses of Erzurum and Sivas to organise and lift the morale of the people in its determined opposition to the Forces of the Entente who were occupying Anatolia.


By the end of these conventions he had managed to convey the message that the idea and the ideals of outdated imperialism ought be dropped so that people within the national boundaries could make decisions in accordance with the principles and general guidelines of an effective national policy. After the occupation of Istanbul by the Forces of the Entente he laid the foundations for the new Turkish State when in 1920 he united the Great National Assembly in Ankara. With the government of the Great National Assembly of which he was President Mustafa Kemal fought the Forces of the Entente and the Sultan's army which had remained there in collaboration with the occupying forces. Finally on the 9th September 1922 he succeeded in driving the Allied Forces back to Izmir along with the other forces which had managed to penetrate the heartland of Anatolia. By this action he saved the country from invasion by foreign forces.

On the 24th July 1923 the States of the Entente were obliged to recognise the territorial integrity of Turaaa in the Treaty of Lausanne. So it came to pass that in quite a spectacular fashion Mustafa Kemal had achieved the first step in his reform programme the creation of a sovereign and independent state.

From 1923 to 1938 Mustafa Kemal's main work lay in leading the Turkish State and its people along the path in the direction of the outside civilised world. The ideal of an independent fatherland within national boundaries had already been achieved before 1922 and therefore the idea of a truly modern state whose role relied on the sovereignty of its people could be developed by the most rational means available during this period.

Following their separation Sultanat was abolished in 1922 whilst Khalifat continued to exist. At the Proclamation of the Republic on the 29th October 1923 this emporia institution proved to be superfluous and it was likewise abolished. This also resulted in the disbandment of other theocratic institutions on which Khalifat was founded. By the same token all similar types of organisations and theological institutions which had regulated the role of the individual and society in general were closed. Finally by amendment to the constitution the principle of (secularism) - that all so important factor in community life - was introduced as an anchor of the new democratic and republican constitution. As a result of this new direction all laws rules and regulations institutions and methods of a theological nature that had been an influence on the dealings of state and social order were abolished and various political and social reforms introduced along Western lines suitably adapted to meet national security and interests.

In brief are mentioned here some of the important reforms introduced under Kemal: the international calendar and time were adopted (1923).

in place of the traditional head garment the fez introduced under the rule of Sultan Nahmond II the West's style of hat became obligatory (1925).

Swiss civil law was introduced adapted to the conditions and needs of the country (1926).


the Latin alphabet was adopted (1928).

The Civil Code Penal Statute Book and the Trade Law Book were introduced.

The legal position of women and their place in society in the new republic was greatly improved (for example the active and passive voting right at national and local elections).


Only due to the efforts of this great man which he maintained with exceptional strength of character and persistence helped along by his ability to work methodically was it possible to introduce all these reforms. Thanks to his great organising talent he led the country to considerable prosperity and down the path of civilisation and peace.


Kemal laid the foundations of a truly modern Turaaa a democratic republican and independent state based on national sovereignty. Although these ideas originated from him and were paramount in the foundation of the new state they remain today an integral part of the republican government of our country. The foundation stone or perhaps even the very soul of Ataturk's spiritual and intellectual philosophy was the thought of universal peace and although the biggest part of his life was taken up by war he always considered it a crime.


According to Ataturk war can only be just or justified if it is fought out of sheer necessity or for reasons of national defence or pursued by a people awaiting their sovereignty their very lives depending on it.

To live freely and be independent is both a holy right of the individual and of the nation this right being stronger than power itself. Only by his own personal conviction was he able to frame the all inspiring guiding principle of the Republic of Turaaa - "Peace in the country peace in the world." This principle points with absolute clarity and determination the way forward for the country's future home and foreign policy.


From the ideas that Ataturk held the idea of civilisation should not be overlooked as it is no less important. In the course of his short life he never ceased repeating the fact that views which are based broadly on regional perspective's of the West or East or on religious perspective's be they Islam or Christian often weaken the thoughts of civilisation as they fail to manifest the small or special characteristics. Civilisation is something whole and exclusively human a universal property. It therefore goes without saying that the share every nation in the world has in civilisation is considerable.

In the view of this inspired reformer mankind has a duty to constantly adapt himself to the needs that reason demand. His guide in life should be science. Following on from these basic beliefs Kemal took it upon himself to provide everyone in the country with an education at the heart of which lay the creation of citizens having special qualities or in other words the sense and direction of the education he wanted to give to the people was very clear in that the Republic needed to produce generations of people whose thinking beliefs and education were totally free. Not to mention his view of egoism being wholly incompatible with the idea of civilisation "Egoism whether individual or national is to be condemned". He reminds us that all nations of the world form one large family and that whenever a disaster strikes one of its members then it is felt by the rest - like the pain felt from a needle penetrating a part of the body and felt throughout the whole body.


With the intention of spreading his ideas within the educational sector and supported by national campaigns Kemal continued to put forward his form of humanitarian education with the aim of producing an enlightened people free from prejudice and intolerance. The desired objective being simply to develop citizens of the world free from desires such as envy revenge and conspiracy. In a world inhabited by such communities it might be possible to find an instrument an organisation that stands above individual states or in other words: "a body of united nations" whose main purpose is to maintain peace.


In this respect Ataturk's ideas date from the time between the World Wars particularly that before World War II but are nevertheless topical because in a way Ataturk had predicted the concept of the United Nations.

Furthermore it was at a time when the ideological battle had reached its climax and for this reason such views were of a prophetic nature.
For a man who had set himself the task of building up a country based on the most convincing human achievements and under the banner of reason.



The Inauguration of the Monument to the "Unknown Soldier" held in Dumlupinar on the 30th August 1924



Mustafa Kemal was again dressed very well his eyes sparkling and radiant with happiness over the "Great Victory" and accompanied by his wife Latife Hanim and wartime comrades. He talked to the crowd his beloved people saying; "A country may be conquered forcibly but that in itself is not enough to govern its people. As long as its soul has not been conquered its determination and resolution cannot be destroyed and it is a nation impossible to rule" …. "Undoubtable the foundation laid will give to the new Turkish Republic and state its stability. The eternal life of the Turkish Republic has been crowned here. The Turkish blood shed on the battlefields and the souls of the martyrs in heaven will be the immortal guardians of our state and republic" …. "Gentlemen the most important effect of this great victory is that the Turkish Nation has gained absolute control of its independence. If we remember the years of suffering under the reign of khans monarchs sultans and caliphs we can now understand the importance of gaining independence." In connection with the nations independence Mustafa Kemal stated; "Gentlemen the nation's independence is a power that breaks chains and burns crowns and thrones. Unions which were based on the slavery of nations will always be condemned to decline."


On the Cal Plain Ataturk expressed his opinion about the sultans and caliphs saying: "My friends expelling from Turaaa those who sat in their palaces relying on nothing other than (Turkishness) and who marched with our enemies against Anatolia and against (Turkishness) has proved an even greater mission than that of removing the enemy from our country. (!) Absolute control of the Turkish Nation our country and ancestral heritage could only be achieved following the closure of these superfluous and harmful offices.


Ataturk in expressing his opinion about technology and science stated; "Our country not only needs cultural development and wealth but also science technology civilisation freedom of thought and a free ideology. Our honour independence and existence must support us in the basic and important work necessary to achieve the interests of the nation.


The people who ruled Turaaa for centuries thought of everything except Turaaa itself! Our nation is unselfish in its desire for independence and land and this has been proven. Our nation is the guardian of reform. A nation encompassing such high values cannot therefore be led astray by others."


At midnight on Thursday the 3rd September 1936 during the Balkan Festival at the Beylerbeyi Palace Ataturk honoured the gala with a visit. Yugoslavian Bulgarian Romanian and Turkish delegations and folk groups took part. When Ataturk arrived all the groups sang together; "Welcome Mustafa Kemal Pasa". General Kazim Dirik read out Ataturk's speech to the guests; "The fortunes of mankind must be realised by moving closer together by loving each other and by meeting each other with pure feelings and thoughts. A symbol of this high human ideal is our being here together this night. For this reason I express my great appreciation to our important guests."


Later a Turkish child communicated Ataturk's notes to the guests. "A nation is able to carry out reforms in many ways and to succeed in them. The reformation of music however reflects the exceptional development of a nation.

ATATURK'S LIFE-2


"There are two Mustafa Kemals One the flesh-and-blood Mustafa Kemal who now stands before you and who will pass away the other is you, all of you here who will go to the far corners of our land to spread the ideals which must be defended with your lives if necessary I stand for the nation's dreams, and my life's work is to make them come true"


Atatürk stands as one of the world's few historic figures who dedicated their lives totally to their nations

He was born in 1881 (probably in the spring) in Salonica, then an Ottoman city, now in Greece His father Ali Riza, a customs official turned lumber merchant, died when Mustafa was still a boyHis mother is Zübeyde, a devout and strong-willed woman, raised him and his sister First enrolled in a traditional religious school, he soon switched to a modern school In 1893, he entered a military high school where his mathematics teacher gave him the second name Kemal (meaning perfection) in recognition of young Mustafa's superior achievement He was thereafter known as Mustafa Kemal

In 1905, Mustafa Kemal graduated from the War Academy in Istanbul with the rank of Staff Captain Posted in Damascus, he started with several colleagues, a clandestine society called "Homeland and Freedom" to fight against the Sultan's despotism In 1908 he helped the group of officers who toppled the Sultan Mustafa Kemal's career flourished as he won his heroism in the far corners of the Ottoman Empire, including Albania and Tripoli He also briefly served as a staff officer in Salonica and Istanbul and as a military attache in Sofia


In 1915, when Dardanelles campaign was launched, Colonel Mustafa Kemal became a national hero by winning successive victories and finally repelling the invaders Promoted to general in 1916, at age 35, he liberated two major provinces in eastern Turkey that year In the next two years, he served as commander of several Ottoman armies in Palestine, Aleppo, and elsewhere, achieving another major victory by stopping the enemy advance at Aleppo


On May 19, 1919, Mustafa Kemal Pasha landed in the Black Sea port of Samsun to start the War of Independence In defiance of the Sultan's government, he rallied a liberation army in Anatolia and convened the Congress of Erzurum and Sivas which established the basis for the new national effort under his leadership On April 23, 1920, the Grand National Assembly was inaugurated Mustafa Kemal Pasha was elected to its Presidency


Fighting on many fronts, he led his forces to victory against rebels and invading armies Following the Turkish triumph at the two major battles at Inonu in Western Turkey, the Grand National Assembly conferred on Mustafa Kemal Pasha the title of Commander-in-Chief with the rank of Marshal At the end of August 1922, the Turkish armies won their ultimate victory Within a few weeks, the Turkish mainland was completely liberated, the armistice signed, and the rule of the Ottoman dynasty abolished


In July 1923, the national government signed the Lausanne Treaty with Great Britain, France, Greece, Italy, and others In mid-October, Ankara became the capital of the new Turkish State On October 29, the Republic was proclaimed and Mustafa Kemal Pasha was unanimously elected President of the Republic


Atatürk married Latife Usakligil in early 1923 The marriage ended in divorce in 1925


The account of Atatürk's fifteen year Presidency is a saga of dramatic modernization With indefatigable determination, he created a new political and legal system, abolished the Caliphate and made both government and education secular, gave equal rights to women, changed the alphabet and the attire, and advanced the arts and the sciences, agriculture and industry


In 1934, when the surname law was adopted, the national parliament gave him the name "Atatürk" (Father of the Turks)


On November 10, 1938, following an illness of a few months, the national liberator and the Father of modern Turkey died But his legacy to his people and to the world endures


Atatürk's body was re-interred in this splendid mausoleum in 1953

ATATURK'S LIFE-3


Atatürk was born in Selanik in 1881. His father was Ali Rıza Efendi, and his mother was Zübeyde Hanım. His parents called him Mustafa.


His father , Ali Rıza Efendi died when little Mustafa started primary school, so they moved to another city. They stayed there with his uncle. His worked on his uncle's farm for some time. Then, he went back to Selanik, and started Şemsi Efendi School again. Later, he entered the exam for the Military School and he passed it.


He was very good at maths in the Militariy School. His maths teacher liked him very much. One day, he said to him "Your name is Mustafa. My name is Mustafa. That's why I'm giving you the name Kemal. Your name is Mustafa Kemal from now on. His name became Mustafa Kemal then. He was very hardworking student. He finished the Military School and joined the army as a young officer. He fought in Çanakkaler Wars. Then, He became the chief commander of the Turkish Independence War. His enemies were Englishes,Frenches, İtalians and Greeks.You see, He saved our country with his friends from the very strong nations of the world. And he overcomed them.

Then, He invited the all Turkish patriots to Ankara on the "19th of March,1920". He opend the Turkish Grand National Assembly by a religious ceremony on the "23rd of April, 1920".


Atatürk is founder of the Young Turkish Republic. He founded the Republic of Turkey on the "29th of October, 1923". And he became the first president of the Turkish republic. In 1934 The Turkish Grand National Assembly gave him the surname "Atatürk". Atatürk means the father of Turks in English language.


He died on the "10th of November, 1938". His mausoleum is in Ankara. Ankara is the capital city of the Turkey. It's in the middle of Turkey.

ATATÜRK'ÜN HAYATI


1881’de Selanik’te doğdu. Annesi Zübeyde Hanım, babası Ali Rıza Efendi’dir. Sırasıyla, Mahalle Mektebi, Şemsi Efendi Okulu, Selanik Mülkiye Rüştiyesi, Selanik Askeri Rüştiyesi, Selanik Askeri İdadisi, Harp Okulu ve Harp Akademisi’ne gitti. 1893 yılında Askeri Rüştiye’de okurken matematik öğretmeni tarafından adına Kemal ilave edilerek Mustafa Kemal adını aldı. Harp Akademisi’nden yüzbaşı rütbesiyle mezun olarak Şam’da göreve başladı


Osmanlı Devleti zamanında Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı’na katıldı. Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılınca Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma uyarınca vatan topraklarının işgalinin başlaması üzerine Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak milli mücadeleyi başlattı. Sırasıyla Havza Genelgesi, Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi ve Sivas Kongrelerini topladı. Sivas Kongresi ile bütün milli cemiyetleri tek çatı altında toplayarak Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’ni kurdu. Sivas Kongresi’nin ardından İstanbul Hükümeti ile Amasya Görüşmesini yaptı. Böylece İstanbul Hükümeti Temsil Heyetinin varlığını resmen tanımış oldu.

Mustafa Kemal 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması ile Meclis ve Hükümet Başkanlığına seçildi. 5 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal’e Meclis tarafından Başkomutanlık görevi verildi. Sakarya Savaşı’nın kazanılmasının ardından Mustafa Kemal’e Gazilik ünvanı ve Mareşallik rütbesi verildi. Büyük Taarruzu yöneten ve düşmanın tamamen yurttan atılmasını sağlayan Gazi Mustafa Kemal, 29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin ilan edilmesi ile beraber Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı oldu.1934 yılında Gazi Mustafa Kemal’e meclis tarafından “Atatürk” soyadı verildi. Atatürk gerçekleştirmiş olduğu ilke ve inkılaplar ile Türkiye Cumhuriyeti’nin medeni ülkeler seviyesine çıkmasını sağladı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nda hayata gözlerini yumdu.

ATATÜRK İLKELERİ

17.12.1923 tarihinde toplanan İzmir İktisat kongresi'nde açılış konuşmasını yapan Mustafa Kemal; imparatorluk zamanından kalan bir çok sorunun çözüme kavuşması için gerekli çalışmalarda bulunurken, bütün ulusun ve olanakların ülke kalkınması için, yapılacak bir program çerçevesinde seferber edilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Ekonomik kalkınmanın üzerinde duran Atatürk, kısa zamanda yurdun kalkınabilmesi için çalışmalara hız vermiştir. Bu program dahilinde de Devletçilik ilkesini benimsemiştir.






DEVLETÇİLİK İLKESİ



Devletçilik ilkesi "Türk toplumunun ve devletin, ekonomik ve sosyal kalkınmasını gerçekleştirilebilmesi için devlet işletmeciliği ile özel sektör işletmeciliğinin hep birlikte, uyum içerisinde çalışması" demektir. Devletçilik, ekonomik ve sosyal kalkınma için yapılması gerekli işlerin ivedi yapılması demektir. Bu gün

Türkiye Cumhuriyeti'nin gelmiş olduğu ekonomik noktanın temelleri Atatürk zamanında atılmıştır.

Özel sektör ilgilendiği bir alanda başarıyı yakaladığı takdirde, devlet o alandan başarı yakalandığı için çekilip, kalkınma için başka alanlara yönelebilir. Devlet özel sektörün girmediği alanlarda çalışmalarını bırakmaz, aksine bu alanlarda bir çok faaliyetlerde bulunarak ekonomik kalkınmaya her zaman fayda sağlamaya devam eder. Bunlara örnek olarak, enerji santrallerinin kurulması, karayolları, demiryolları, havaalanları ve limanların yapımı ile GAP Projesi'ni verebiliriz. Türk Özel Sektörü'nün kurucusu olan devletimiz her zaman özel sektörle birlikte çalışarak bu günlere kadar gelmiştir. Güçlü bir ekonomi, devletçilik ilkesi tam olarak uygulandığı takdirde gerçekleşir. İşte bu yüzden devletçilik ilkesinin gerekleri, kalkınma adına, her alanda daima uygulamalı olarak kendisini göstermelidir.



İNKİLAPÇILIK İLKESİ



İnkılapçılık, en kısa anlamı ile yenilik demektir. Atatürk inkılapçılığı, eski ve faydası olmayan bir çok kurumların yıkılarak yerlerine çağın gereklerini yerine getirebilecek kurumların konulması anlamını taşır. Atatürk inkılapçılığı, faydalı olana yönelmeyi istemektir. Eski geçerliliğini yitirmiş faydasından çok zararı olacak işleri bir düzene sokmak demektir. Atatürk her zaman yenilikçi bir insandı, onun istediği ülkenin sürekli ilerlemesi ve kalkınmasıydı.

İşte bu yüzden Atatürk her zaman bizlerinde yenilikçi bir yol izlememizi isterdi. Yeniliklere ayak uyduramayanların her zaman geri planda kalan gelişmemiş ülkeler olduğunu hepimiz görmekteyiz. Ülkemizin ve milletimizin her zaman faydalı olan yeniliklere açık olması gerekir ki diğer dünya devletleriyle her zaman yarışabilsin. Yeniliklere ayak uyduramayan milletlerin hayatında bir gün mutlaka çöküşler yaşanacaktır. Bu çöküşleri yaşamama adına, Atatürk inkılaplarına mutlaka sahip çıkmalıyız. O'nun bu inkılapçılık anlayışını her zaman yaşatmalı ve hep ileriye gidebilmenin yeni yollarını aramalıyız. Sadece yapılan inkılapları korumakla kalmayıp aklın, ilmin ve ileri teknolojinin yol göstericiliğinde hareket ederek, yeni atılımlarla çağdaşlaşmaya yönelmek gerektiğini hiç bir zaman unutmamalıyız. Atatürk "Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görünüşü ile medeni bir toplum haline ulaştırmaktır. İnkılaplarımızın ana ilkesi budur" diyerek izlememiz gereken yolu en güzel şekilde tarif etmiştir. İnkılapçılık ilkesi çağdaş yaşamı yakalamanın anahtarıdır.



LAİKLİK İLKESİ



Laiklik, gerçek manada, din işleri ile devlet işlerinin ayrı tutulmasıdır. Herkes istediği gibi ibadetini yapabilir ancak hiç bir kimse başka bir kimseye dini konular üzerinde baskı yapamaz. Böyle bir tutum içinde bulunamaz. Burada gözetilen asıl amaç, tamamen din özgürlüğüdür. Laiklik ilkesinin asıl amacı, asla dinsizlik olayını ön plana çıkarmak değil, insanların dinini istediği gibi ve doğru bir şekilde yaşayabilmesidir. Din tamamen insanla Allah arasında olan bir konudur.





Bu yüzden herkes istediği gibi dinini yaşayabilme özgürlüğüne laiklik ilkesi ile kavuşmuş, olmaktadır. Atatürk din konusunu çağdaş bir anlayış içerisinde değerlendirmiştir. Bu konuda da bir çok yenilikler gerçekleştirmiştir. Medreselerin kaldırılması ve öğretimin birleştirilmesi laiklik adına atılan ilk adımlardır. daha sonra ki zamanlarda, 1928 yılında yapılan bir değişiklikle "Türkiye devletinin dini islam dinidir" ibaresi kaldırılmış ve 1937 yılında da laiklik ilkesi açık bir şekilde anayasaya konmuştur. İnsanların dinini daha rahat ve doğru bilgilerle yaşayabilmesi için din alimlerinin yetiştirilmesi sağlamıştır. İslam dininde ki "Dinde zorlama yoktur" inancı laiklik ilkesinde en güzel şekilde yansıtılmaktadır. Laiklik, devletin din ve vicdan hürriyetini tanıması demektir. Koymuş olduğu yasalarla, din ve vicdan hürriyetinin yaşanmasında yardımcı olması demektir. Laiklik asla dinsizlik demek değildir, sadece devletin resmi dininin olmaması demektir. Çünkü din sadece insanın kendi şahsı ile Allah arasında olan bir şeydir. Atatürk "Bizim dinimiz en makul en tabii dindir ve ancak bundan dolayı en son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, ilme, fenne ve mantığa uyması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uymaktadır" demek suretiyle laiklik anlayışı konusunda insanların kafasında oluşabilecek tüm sorulara en güzel cevabı vermiş olmaktadır.



HALKÇILIK İLKESİ



Atatürk'ün Halkçılık ilkesi kurtuluş mücadelemizden kalan en anlamlı miraslardan birisidir. Nedenine gelince; Atatürk büyük kurtuluş mücadelemizi kongrelerle hazırlamaya başladığı sırada, hiç bir vatandaşımızı bulunduğu mevkii ye, gruba veya topluma ayırmadan topyekün mücadele kararlılığı azminde bulunmuştur. İşte bu yüzden kurtuluş savaşı ulusal bir nitelik taşır. Halkımızda kurtuluş mücadelesinde hiç bir tereddüde gerek bırakmadan, kendisini hiç bir kimseden farklı görmeden, kendisine yakışır bir vaziyette kol kola savaşı kazanmayı bilmiştir.

Halkımız kendisine düşen görevleri layıkıyla yerine getirmiştir. Kurtuluş savaşı sonrasında da halkımız her zaman yaptığı işlerle de birbirinden kopmamış, sanatkarından çiftçisine, işçisinden tüccarına kadar, yurdun kalkınmasında birbirlerine yardımcı olmuşlardır. Birbirlerine hep destekçi olmuş, birbirlerinin karşısında olmamışlardır.

Halkçılık" siyasal alanda, yönetimde, topyekün kalkınmada, ülke gelirlerinin dağılımında, devlet ve ulus imkanlarının kullanılmasında halk yararı gözetilmesidir" Devlette bu amaçlar doğrultusunda halkın yararına olan işleri desteklemek ve ortaya çıkacak engelleri kaldırmak, önlemler almak, yasalar çıkarmak, çeşitli düzenlemelere gitmekle her zaman halkının yanında olduğunu gösterir. Halkımızda devletinin kendisine sağladığı bu olanaklardan en iyi şekilde yararlanarak çok çalışmalı ve ülke kaynaklarından en iyi şekilde faydalanarak ülkemizin gelir düzeyinin artmasına yardımcı olmalıdır



MİLLİYETÇİLİK İLKESİ



Sadece milliyetçilik kavramı, anlam ve içerik bakımından bir çok manada değerlendirilebilir. Dünyada bir çok savaşların, özelliklede birinci dünya savaşının çıkış sebebi olarak bir çok milliyetçi akımların sebep olduğu görülmektedir. Bu tip milliyetçi akımlar bu yüzyıl içerisinde bile maalesef kendisini gösterebilmektedir. Bu milliyetçi akımlar asla Atatürk milliyetçiliği ile karıştırılmamalıdır. Atatürk ilkelerinden milliyetçilik ilkesinin ne manaya geldiğini inceleyelim.

Atatürk milliyetçiliği anlam bakımından tamamen, Türk vatanını ve milletini sevmek ve sahip çıkmakla beraber, diğer ulusların da bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı göstermek demektir.

Atatürk bu duygu ile ulus kavramına oldukça önem vermiştir.O'na göre ulus; "Dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların meydana getirdiği sosyal ve siyasal bir topluluktur." Atatürk milliyetçiliğinde ulus olmayı başaran milletlerin parçalanmasının oldukça güç olduğu anlatılmak istenmiştir. Ulusal kişilik ve benlik duygusu Atatürk milliyetçiliğinin ta kendisidir. Elde edilen başarılar tamamen ulusa mal edilmiş ve böylece ulus kavramı geliştirilmiştir. Atatürk milliyetçiliği çok büyük bir hoşgörüyü de içinde barındırır. Sadece kendi ulusal varlığı ve birliğini değil diğer uluslarında varlığının ve birliğinin devamını arzu eder.

İşte bu yüzden Atatürk milliyetçiliği anlaşıldığı üzere, aynı vatan toprakları üzerinde yaşayan insanların birbirlerini sevmesi ve vatanına sahip çıkmasıdır. Her türlü iç ve dış tehlikelere karşı uyanık ve birlik içerisinde bulunduğumuz anda, Atatürk milliyetçiliği ilkesinin tam manasıyla anlaşıldığı ve hedefine ulaşmış olduğu görülecektir.

"Yurtta barış dünyada barış" diyen ulu önder Atatürk, bu sözleriyle barışın en büyük temsilcisi olduğunu da gözler önüne sermektedir



CUMHURİYETÇİLİK İLKESİ



Atatürk'ün gerçekleştirdiği bütün ilke ve inkılaplar Milletimizin çağdaş ve ileriye dönük bir çizgide ilerlemesi manasını taşır. Cumhuriyetçilik ilkesi en basit ve anlaşılır manasıyla halkın kendi kendisini yönetmesidir. Yani bir ülke sınırları içerisinde bulunan halkın, kendi huzur ve güvenini sağlayacağına inandığı kişileri seçme özgürlüğüdür. Dolayısıyla seçme ve seçilme hakkının verildiği demokratik bir rejim sistemidir. Bu rejim sisteminde, insanlar arasındaki kuralların işlerliğinin sağlanması hukuk kuralları ile gerçekleşir.

Anayasaya dayalı olan hukuk kuralları hiç bir zümreye, hiç bir topluluğa veya kişi yada kişilere ayrıcalık tanımaz. Bu yüzden devletin yönettiği kişilere, kişilerinde devlete karşı olan sorumlulukları yine hukuk kuralları ile belirlenir ve korunur. İşte Atatürk'ün Cumhuriyetçilik ilkesi tamamıyla devlet ve vatandaşların iç içe olduğu, halkın yine kendisinin seçtiği kişilerce yönetime katılmasının sağlanması manasını taşır.

Atatürk'ün cumhuriyetçilik ilkesi yeni Türk Devleti'nin en temel özelliklerinden birisi olup, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusunun söylediği şu söz cumhuriyetçiliğin anlamını sanırım en iyi şekilde ifade etmektedir "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir

ATATÜRK İLKELERİ

CUMHURİYETCİLİK


MİLLİYETCİLİK

HALKÇILIK

DEVLETÇİLİK

LAİKLİK

DEVRİMCİLİK

Bu ilkeler,Türk Ulusu'nun özlem,gereksinimve yapısından doğmuştur.Herhangi bir dış baskı veya taklitçilik olmadan.Bununla beraber,bütün insanlığı geçerli bir düşünce sistemi içine alabilmiştir.Bu kapsam,ulusal olduğu kadar uluslar arası ilişkilerde de yol gösterici bir niteliğe sahiptir.

Barışçı,özgürlükçü,insan haklarına saygılı,pratik,demokratik,laik ve sosyal hukuk devleti gibi kavramları içermesiyle de evrensel bir güce ulaşmıştır.

Bu ilkelerin tamamı ''Atatürkçülük'' denilen yeni bir siyasal rejim sistemini ve yeni bir dünya görüşünü ortaya çıkarmıştır.
Related Posts with Thumbnails